Ekranda, sanal gerçeklikte, oyunlarda ve sosyal medyada zaman, doğal akışını yitiriyor çünkü kullanıcı deneyimini derinleştirmek için kullanılan hipnoz teknikleriyle beynimizin zaman kavrama mekanizması yeniden ölçeklendiriliyor.
Psikolojide zaman algısı temelde iki eksende açıklanır: bariz (explicit) ve örtük (implicit) algı. Bariz zaman algısı, kişinin süreyi ölçü birimleriyle ifade edebildiği durumlardır; “bir saat oyun oynadım” demek bu sınıfa girer.
Örtük zaman algısı ise beynimizin o süreyi nasıl ‘hissettiğini’ temsil eder. Dijital ortamların kullanıcıya sunduğu yoğun bilişsel uyarım beynin örtük zaman işleyişini bozar. Fiziksel saat akış hızı sabittir fakat zihinsel saat hızlanır, yavaşlar ya da dengesini tamamen kaybeder.
Bu noktada kendi zaman algınızı hızlıca ölçebileceğiniz basit bir test yapabilirsiniz. Bunun için iki dakikalık bir zamanlayıcı başlatıp gözlerinizi kapatın ve tam bir dakikanın geçtiğini “hissettiğinizde” gözlerinizi açın.
Eğer erken açtıysanız zihinsel zamanınız fiziksel zamandan daha hızlı, geç açtıysanız daha yavaş akıyor demektir. Bu farkın temel nedeni beynin geçen süreyi mekanik bir zaman sayacı gibi değil harekete, bilişsel yüke ve duygusal uyarılmaya bakarak yani göreceli olarak tahmin etmesidir.

Fiziksel evrende, kütle-çekim gücü zamanın akışını doğrudan etkiler, dijital dünyada ise paralel bir metaforik anlatımla bükülmenin bilişsel yük etkisiyle gerçekleştiğini söylemek mümkündür.
Sanal mekânlarda zaman algısının bükülmesi iki uçta gerçekleşir: Deneyim yoğun görsel, işitsel ve mekânsal uyaranlarla doluysa, beyin işlem yüküyle meşgul olur ve süre olduğundan daha kısa hissedilir.
Ancak zihinde her zaman bu akış hâli korunmaz, dikkat dağılır ve zaman tam tersine genişler, uzar, şişer. Bir dakikada onlarca içerik tüketilir ve bu parçalı tempo zihinsel zamanı uzatır.
Beyin, dış uyaranları doğrudan veri olarak almaya yatkındır ve kaynaklarını fazla sorgulamaz; gördüğü, duyduğu ve deneyimlediği her şeyi ‘gerçek’ olarak işler. Bu yüzden sanal gerçeklik veya ekran deneyimleri, fiziksel bir deneyim gibi kodlanabilir.
Küçükken rüyasında koştuğunu gördüğü için fiziksel olarak koşmaya başlayıp duvara çarparak uyanan bir köpeğin videosunu izlemiştim. Ekranlardan izlediğimiz rüyalar da tıpkı bunun gibi beyinde fiziksel izlemlerimizle benzer kimyasal reaksiyonlar göstermemize neden olur.
Zihnimiz duyusal kaynakların ‘gerçekliklerini’ sınıflandırmadığı için dijital ortamda geçen süreyi fiziksel zamandan ayıramaz ve örtük zaman algısının bozulmasının nedenlerinden biri daha doğal olarak oluşmuş olur.
Sonuç olarak artık zihnimizde üç farklı saat var: fiziksel akış, zihinsel algı ve dijital deneyim zamanı. Bu durum, kullanıcı deneyimleri tasarlayanlar, psikologlar ve bilim insanları için yeni etik sorular ve araştırma alanları doğurur fakat hep sorunlardan bahsettik yok mu çözüm yolu, biz neler yapabiliriz?
Dijital deneyimlerimizde farkındalık geliştirmek (bu yazıyı okumanız gibi), ekrana bakarken süreyi düzenli olarak takip etmek ve kontrol altında tutmak, bilinçli molalar vermek, ‘interoceptive focus’ gibi odak kasını geliştiren egzersizleri alışkanlık haline getirmek ve bilinçli içerik seçimi ile zihinsel yükü azaltmak örtük zaman algımızın dengede kalmasına yardımcı olur.


