Çin ve Avrupa’nın Gözetim Modelleri

4–6 dakika

İnsanların internette gerçekleştirdiği her eylem; video izlemek, alışveriş yapmak, farklı uygulamaları kullanmak veya iş için e-posta göndermek gibi eylemler, devasa bir veri yığınının oluşmasına yol açmıştır.

Veri yığınının bir sonucu olarak “sosyal gözetim” terimi ortaya çıkmıştır. Bireylerin dijital faaliyetlerini izlemeyi, analiz etmeyi ve toplamayı sağlayan teknolojilere sosyal gözetim teknolojileri denir.

Yüz tanıma sistemleri, sosyal medya izleme, akıllı şehirlerdeki sensörler, biyometrik veri toplama ve diğer izleme araçları gibi çeşitli teknolojik sistemler bu teknolojiye örnek olarak verilebilir.

Söz konusu teknolojiler, hükümetler, şirketler ve diğer kurumlar tarafından bireylerin davranışlarını, tercihlerini ve kişisel bilgilerini izleyerek çeşitli amaçlarla kullanılabilir. Bu çeşitli amaçlar, (Aho ve Duffield, 2020 tarafından da belirtildiği gibi), “gözetim kapitalizmi” olarak adlandırılan yeni bir ekonomik düzeni doğurmuştur.

Söz konusu kapitalist sistem, insanların dijital faaliyetlerini izleyerek, analiz ederek ve veriyi bir meta olarak satarak para kazanma mantığına dayanmaktadır.

Büyük teknoloji şirketleri, kullanıcıların verilerini toplayarak, işleyerek ve hedeflenmiş reklamcılık veya davranışsal analiz gibi çeşitli amaçlarla kullanarak muazzam kârlar elde etmektedir.

Böylece, bireysel mahremiyet ile toplumsal güvenlik ve ekonomik verimlilik arasındaki kadim dengeyi yeniden tartışmaya açılmıştır.

Yazı, sosyal gözetim teknolojilerinin uygulanmasında iki zıt kutbu temsil eden Çin ve Avrupa Birliği’ndeki yaklaşımları, bu yaklaşımların temelini oluşturan felsefeleri ve bireyler üzerindeki somut etkilerini karşılaştırmalı olarak inceleyecektir.

Devlet Kontrolü Modeli: Çin ve Sosyal Kredi Sistemi (SCS)

Resmi istatistiklere göre, 2017 yılında 731 milyon internet kullanıcısı ve 695 milyon mobil internet kullanıcısı olan Çin, sosyal kredi sistemi (SCS) adı verilen, devlet gözetimini merkeze alan kapsamlı bir politika benimsemektedir.

Çin ekonomisinin hızla dijitalleşmesinin bir ürünü olan bu politika, gözetim kapitalizminin temel mantığıyla çalışırken, sosyal ve piyasa davranışları üzerinde geniş bir kontrol sağlamayı amaçlamaktadır. Böylece 1949’dan beri varlığını sürdüren devlet, hem vatandaşları hem de şirketleri üzerindeki gözetimini dijital çağda yeniden pekiştirmektedir.

Kredi puanlarına dayalı dinamik bir ödül ve ceza sistemine dayanan SCS, vatandaşların “güvenilirliğini” ve “itaatini” değerlendirmek için kullanılmaktadır. Bu sistemi kullanarak Çin hükümeti, vatandaşlarının davranışlarını “iyi vatandaş” veya “kötü vatandaş” olarak sınıflandırabilmektedir.

Vatandaşların sosyal kredi puanları; ödeme geçmişi, trafik kurallarına uyum, çevrimiçi yorumlar, alışveriş alışkanlıkları ve hatta kimlerle arkadaşlık ettikleri gibi birçok farklı kriter kullanılarak hesaplanabilmektedir. Sistem, devasa bir veri toplama altyapısına dayanır.

Alibaba ve Tencent gibi özel teknoloji devlerinin de (kısmen) katılımıyla, vatandaşların finansal işlemlerinden sosyal medya paylaşımlarına, kamusal alandaki hareketlerinden (yüz tanıma ile) arkadaşlarının kim olduğuna kadar her türlü bilgi tek bir potada eritilmektedir.

Bunun olumlu ve olumsuz etkileri keskindir. Örneğin, yüksek kredi puanına sahip vatandaşlar hızlı pasaport işlemlerinden, düşük faizli kredilerden, daha iyi iş fırsatlarından, çocukları için daha iyi okullara kayıt avantajından ve diğer sosyal haklardan yararlanabilir.

Öte yandan düşük kredi puanına sahip vatandaşlar seyahat kısıtlamaları (örneğin, uçak veya hızlı tren bileti alamama), istihdam zorlukları, internet hızlarının yavaşlatılması ve diğer sosyal kısıtlamalarla karşı karşıya kalabilir.

Eleştirmenler, bu sistemin yalnızca bir “güvenilirlik” ölçer olmadığını, aynı zamanda Foucault’nun “Panoptikon” kavramını anımsatan bir dijital gözetim toplumu yarattığını savunmaktadır.

Bireyler, sürekli izlendiklerini bilerek, devletin “makbul” olarak tanımladığı davranış kalıplarına uymaya zorlanmakta, bu da otosansürü ve toplumsal konformizmi körüklemektedir. (Aho ve Duffield, 2020)

Bireysel Haklar Modeli: Avrupa Birliği ve GDPR

Avrupa Birliği’nde 2018 yılında kabul edilen Avrupa Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR), sosyal gözetim teknolojilerine ilişkin tamamen zıt bir politikanın örneğidir. Bu politikaya göre, Avrupa’daki tüm vatandaşlara ait bilgilerin nasıl işleneceği ve korunacağı net bir şekilde tanımlanmıştır. Çin modelinin aksine, GDPR’ın odak noktası devletin veya şirketlerin kontrolü değil, bireyin temel hak ve özgürlükleridir.

Çeşitli kuralları olan bu politikaya göre, şirketlerin kullanıcı verilerini kullanırken kullanıcılardan açık, bilgilendirilmiş ve spesifik bir izin (rıza) almaları gerekmektedir. GDPR’ın temelinde ‘tasarım gereği gizlilik’ (privacy by design), ‘veri minimizasyonu’ (yalnızca gerekli olan verinin toplanması) ve ‘amaç sınırlaması’ (verinin toplandığı amaç dışında kullanılmaması) gibi ilkeler yatar.

Şirketler, kullanıcıların verilerini işleme amaçlarını açıkça göstermeli, verilerin güvenliği konusunda uygun teknik ve idari önlemleri almalı ve kullanıcıları bu verileri nasıl kullanabilecekleri konusunda bilgilendirmelidirler.

Şirketler bu kurallara uymazlarsa ciddi yaptırımlarla karşılaşabilirler. Tankard’a (2016) göre, kuralları ihlal eden herhangi bir şirket, (orijinal metninizde belirtildiği gibi) toplam gelirinin %4’üne veya 20 milyon avroya (hangisi daha yüksekse) kadar para cezasına çarptırılabilir.

GDPR yalnızca şirketlere kurallar koymakla kalmaz, aynı zamanda Avrupa’daki vatandaşlara da güçlü haklar sağlar. GDPR, kişilere verilerinin silinmesi (‘unutulma hakkı’), düzeltilmesi, işlenmesinin kısıtlanması ve ‘veri taşınabilirliği’ (verilerini bir hizmetten diğerine aktarma hakkı) gibi güçlü yetkiler verir. (Aho ve Duffield, 2020)

Ancak GDPR’ın uygulanması zorluklardan ari değildir. Eleştirmenler, düzenlemenin küçük işletmeler üzerinde orantısız bir uyum yükü oluşturduğunu, teknolojik inovasyonu yavaşlatabileceğini ve büyük teknoloji şirketlerinin karmaşık izin mekanizmaları aracılığıyla kullanıcıları ‘rıza yorgunluğuna’ (consent fatigue) ittiğini belirtmektedir.

Sonuç olarak, insanların teknolojiye bu kadar bağlı olduğu günümüz dünyasında, sosyal gözetim kaçınılmaz bir olgu haline gelmiştir; ancak bu gözetimin nasıl yönetileceği felsefi bir tercihtir.

Çin’de uygulanan Sosyal Kredi Sistemi, veriyi bir itaat ve toplumsal mühendislik aracı olarak kullanmakta ve devlet otoritesini bireysel özgürlüklerin tartışmasız bir şekilde önüne koymaktadır. Bu model, istikrarı ve uyumu, bireysel mahremiyet ve ifade özgürlüğü pahasına sağlamayı hedefler.

Sosyal kredi sisteminin aksine, Avrupa Birliği tarafından uygulanan Genel Veri Koruma Yönetmeliği’nin (GDPR), dijital ekonominin kaçınılmaz veri akışı içinde bireyin mahremiyetini ve dijital egemenliğini korumayı amaçlayan, hak temelli bir yaklaşım sunduğu açıktır. GDPR, insanların güvenli internet kullanımında ve gözetim kapitalizminin kurumsal gücüne karşı bireyi korumada daha önemli bir role sahiptir. 

Söz konusu iki model, teknoloji ve toplum ilişkisine dair iki farklı geleceği temsil etmektedir. Dünya genelindeki diğer ülkeler, kendi dijital politikalarını belirlerken, Pekin’in kontrol odaklı modeli ile Brüksel’in hak odaklı modeli arasında bir seçim yapmakla (veya kendi melez modellerini yaratmakla) karşı karşıyadır.

Kaynakça

  • Aho, B., & Duffield, R. (2020). Beyond surveillance capitalism: Privacy, regulation and big data in Europe and China. Economy and Society, 49(2), 187–212. https://doi.org/10.1080/03085147.2019.1690275 
  • Tankard, C. (2016). What the GDPR means for businesses. Network Security, 2016(6), 5–8.

Collective Spark sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin