Fantastik Kurgudaki İnsan

4–6 dakika

Harry Potter serisinin yeniden çekiliyor olduğunu eminim siz de duymuşsunuzdur. Aslında ben çoğu şeyin yeniden yapımının, ilk seferinde kazanmış olduğu nostaljik havayı ve gerçek etkiyi bozduğunu düşünsem de bu haber beni bile heyecanlandırdı.

Bizim durumumuz böyleyken Mösyö Taha ve başka büyük Harry Potter hayranları için bunun ne denli büyük bir haber olduğunu tahmin bile edemiyorum.

Bununla beraber bir soru da kafamda durmadan şekilleniyor, bozuluyor ve ardından yeniden toparlanıyor. Bu sıralar zihnimi bir arada tutmakta ve tek bir doğrultuda düşünmekte sorun yaşıyorum; ancak birkaç saatin sonunda düşüncelerim açık biçimde kendini belli ediyor:

“Neden fantastik kurgudan bu kadar hoşlanıyoruz?”

Bu soruya doğru bir cevap verebilmek için önce fantastik kurgunun ilk örneğinin ne zaman ortaya çıktığına odaklanmak gerek.

İnsanın varoluşundan beri onunla beraber büyüyüp gelişen mitolojik ve dinî anlatıların yanı sıra, Antik Yunan’da bu değerlere eşlik eder nitelikte başkahramanı tanrılar ve tanrıçalar olan, çoğunlukla efsaneleri konu alan tragedyalar da oynanırdı. 

İnsanın pozitif bilimden uzak yaşadığı ve çevresini anlamlandırmada güçlük çektiği bu karanlık çağda fantastik kurgunun ortaya çıkışı, hayatta kalma ve dünyayı idrak etme ihtiyacından doğmuştur.

Şimşeklerin nasıl oluştuğunu anlayamayan insanlar kendilerince bir Zeus tahayyül etmiş ve şimşeklerden korunabilmek amacıyla ona sunaklarında adaklar adamışlardır. Böylelikle hem inanma ihtiyaçlarını gidermiş hem de güven hissi elde etmişlerdir. 

Öyleyse görece daha teknolojik bir çağda yaşayan bizler neden fantastik kurguya ihtiyaç duyuyoruz? Bu soru da bizi fantastik kurgunun roman türünde ilk ortaya çıktığı döneme götürüyor: Antik Yunan’dan oldukça uzak bir çağa… 1772 yılına. 

1772 yılında Jacques Cazotte, Le Diable Amoureux (Âşık Şeytan) adındaki ilk fantastik romanı yazmıştır. Olay örgüsü, genç bir adamın şeytanla karşılaşmasını ve şeytanın güzel bir kadına dönüşerek genç adamı baştan çıkarmasını konu alır.

Kitabın ve yazarın adından anlayacağınız üzere bu eser Fransa’da kaleme alınmıştır. Tarih dersinde sözlüye kaldırıldınız sayın okur:

“1789 yılında Fransa’da ne olmuştu?”

Doğru bildiniz, Fransız İhtilali.

Devrimler ve Hayaller 

Devrim’den önce halk; ruhbanlar, asiller ve köylüler olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştı. İnsanların çoğu açlıktan kırılır ve hastalıklarla mücadele ederken aristokratlar saraylarında eğlenceler düzenliyor, yaşamlarını zevkle idame ettiriyorlardı.

Halk kurtuluş bekliyordu, sahada gerilim ve artan bir heyecan hâkimdi; ancak İki Şehrin Hikâyesi ve daha pek çok romanda da gördüğünüz gibi insanlar bu konuda konuşmamaya çalışıyorlardı.

“Zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü; hem bilgelik hem ahmaklık çağıydı; bir yandan inancın, diğer yandan inançsızlığın devriydi; mevsim hem Aydınlığın mevsimiydi, hem Karanlığın; hem umudun baharı hem çaresizliğin kara kışıydı; bir yandan her şey önümüze serilmişken öte yandan hiçbir şeyimiz yoktu; sanki hem cümleten Cennet’e gidecek hem de Cehennem’i boylayacaktık…”

Böylesine duygu karmaşası yaşayan bir zamanda insanların gerçekten hislerini hiçbir yolla dışa vurmayacağına inananlar edebiyatla hiç tanışmamıştır. Lakin insan dudaklarını iğne iplikle dikse, bileklerine kelepçeler ve ayaklarına prangalar taksa dahi parmaklarının ve tırnaklarının kâğıda kazıyacağı şeylerin önüne geçemez.

Fikirler, çölde suya ulaşmak adına köklerini metrelerce aşağıya salan otlar gibi bedende hayat bulabilecekleri en uç noktalara kadar taşırlar kendilerini ve orada beslenip filizlenirler. 

Fantastik kurgunun o anda ve orada hayat buluşu, halkın umudunun ve hayallerinin bir örneğidir aslında. Zihnin basmakalıp, düşük klasmana atanmış ekmek ve su ile tatmin olan zayıf yapısından kurtuluşunun ve kanat çırpmaya başlayışının bir tescilidir.

Bu devrim, fantastik edebiyatı 1796’da bizim topraklarımıza da getirmiştir (Muhayyelât-ı Aziz Efendi). Böylelikle hayaller ve fikirler evrimselleşmiştir.

Dönemimiz 

Tüm bunlar olup bittiyse, o hâlde biz neden hâlâ fantastik kurgudan hoşlanıyor ve Harry Potter gibi bir serinin yıllarca hayranı olabiliyoruz o zaman? Sevgili okur, bu noktada sizleri Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi ile tanıştırmak isterim. 

Fark ettiyseniz şu ana kadar örneğini verdiğimiz ihtiyaçlar fizyolojik ve güvenlik temelliydi. Bu bağlamda ya kişilerin güvende hissetmesine ve çevresinden korku duymamasına ya da beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarına dokunuyorlardı.

Şu anda sahip olduğumuz modern fantastik kurgu örneklerinden en ünlüsü olan Harry Potter’a baktığımızda ise böyle bir ihtiyaç görmüyoruz. Dikkatimizi çeken şey artık piramidin en üstte bulunan üç parçası oluyor. 

Ana karakter olan Harry, karşımıza ailesini erken yaşlarda kaybetmiş, yakın akrabaları tarafından itilip kakılan birisi olarak sunuluyor. Hikâyenin devamında Hogwarts’a gittiğindeyse ona ömür boyu arkadaşlık edecek olan Hermione ve Ron ile karşılaşıyor; burada sevgi ve değer ihtiyacı kısmına değiniliyor.

Hepimizin yalnızlıkla mücadele ettiği 2000 sonrası yıllarda insanın yaşamak istediği hisleri okuyabiliyor veya izleyebiliyor olması, ona elbette kendi hayatını unutturacak ve duygusal anlamda tatmin edecektir. 

Ardından Harry’nin aptal ve işe yaramaz görüldüğü ev hayatından, Hogwarts’ta başarılı bir Quidditch oyuncusu olmasıyla başlayan ve Voldemort’u yok eden büyücü şanına kavuşmasıyla son bulan prestij artışına şahit oluyoruz.

Seri boyunca karakterimiz her kitapta daha da ünleniyor ve güçleniyor; böylece yazar, değer ihtiyacına parmak basıyor e bizi başarı yönünden de etkiliyor.

Kitabın sonundaysa Harry, tüm dünyadaki büyücüler tarafından bilinen, herkesçe sevilen, yeri geldiğinde asasız büyü yapan ve ihtiyaç olduğunda yaratıklarla bile iletişime geçebilen üst düzey bir sihirbaz oluyor. Bu olağanüstü niteliklerin yanında kendine bir aile kuruyor ve çocukları oluyor.

Burada ise piramidin en tepe noktası olan “kendini gerçekleştirme”yi görüyoruz. Harry, mümkün olan tüm potansiyellerine tam anlamıyla ulaşıyor ve kendinin olabilecek en iyi versiyonuna dönüşüyor.

Teknoloji çağının insanı olarak ihtiyaçlarımızın geçmişe göre farklı olmasından dolayı artık ilgimizi çeken şeyler tragedyalar ve mitolojilerle aynı olmasa da bunlarla harmanlanmış, şimdinin yalnız modernizmine ve ruhsal açlığına adapte olmuş yeni kurgular, kitaplarda ve filmlerde karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Bize de bunları tüketmenin ve yararlı kısımlarıyla zihnimizi doyurmanın yanında düşlerimizi gerçekleştirmek adına yeni adımlar atmak ve sevgi ihtiyacımızı kitap ve filmlerden değil, insanlardan ve kendimizden almak düşüyor. Bir sonraki yazımıza kadar sağlıcakla kalın sevgili okur, iyi günler dilerim. 

Kaynakça: 

Collective Spark sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin