Deli Deli Kulakları Küpeli Bir Yönetmen 

4–6 dakika

Sevenlerinin her cadılar bayramında filmlerini zevkle izlediği, yeni neslin ise kendisini son yıllarda vizyona giren remake filmleri ile tanıdığı Tim Burton hakkında konuşuyoruz bugün!


Tim Burton Kimdir?

    25 Ağustos 1958 yılında Kaliforniya’da dünyaya gelen Tim aslında öyle pek de başarılı bir öğrenci sayılmazdı. Bununla beraber pek sosyal bir çocuk da değildi, diğerleriyle oyun oynamaktansa gelecek yıllarda ona büyük bir şöhret getirecek olan stop motion filmlerinin birer provası niteliğinde olan küçük çalışmalar yapıyordu.


    Stop Motion Ne Demektir ve Neden Tim Burton Bu İşin Piridir? 

    “Stop Motion” yani “Duraklı Çekim” görüp görebileceğiniz en zahmetli yönetmenlik ve tasarım sürecidir. Bu tekniği kullanmak her şeyden çok sabır ve bolca zaman ister çünkü film aslında bir araya gelmiş binlerce kareden ve küçük hareketten oluşur.

    Öncelikle üç boyutlu bir model yapmanız gerekir, öyle kaskatı bir aksiyon figürü olmayacak elbette! Hem görüntüde doğallık ve akışkanlık olması hem de zıplamak gibi büyük hareketlerden ince motor becerilere kadar her şeyin kolaylıkla gösterilebilmesi adına model, kil veya hamur gibi kolay şekil alabilen malzemelerden yapılır.

    Bu model ve çevresindeki sahne milimetrik bir biçimde hareket ettirilir ve her harekette bir kare çekilir. Bu kareler birleştirilir ve binlerce küçük parça, ipe dizilen boncuklar misali birbirinin ardından akarak izleyicinin zihninde kesintisiz bir bütün haline gelir. 

    Peki, Tim Burton bu işte neden bu kadar iyi? Buna pek çok açıdan cevap verebiliriz ancak şu an değinmek istediğim nokta şu ki; herhangi bir Tim Burton filminde sahnelerin arasında kopukluğun, kolaya kaçmanın ve detayları silikleştirmenin izlerine rastlamak mümkün değildir.

    Filmde figüran olarak yer alan bir karakter bile sahne değiştiğinde hala az önce olduğu yerde ve hareketlerine tıpkı kanlı canlı gerçek bir insanmış gibi devam etmektedir; bu yalnızca kaliteli yönetmenlik değil, izleyicinin zekasına gösterilen bir saygıdır da aynı zamanda.

    Bu gibi amaçlara en iyi şekilde hizmet edebilmek için Burton, ”Nightmare Before Christmas” filminin çekimleri sırasında 227 el yapımı model kullanmıştır, tüm kuklaların ifadelerini net bir şekilde gösterebilecekleri farklı kafaları olduğunu da unutmayınız lütfen.

    Tüm bunlarla beraber sette 400’den fazla kukla kafası bulunmaktaydı. Üretkenliğin zirvesinde bile tüm ekibin bir araya gelerek 7 günde ortaya çıkartabildiği maksimum ekran süresi 70 saniyeyi aşamamıştır. 

    Şaşırmış olabilirsiniz, bir insan hayatının pek değerli vaktini neden böyle bir uğraşla geçirsin ki? İnsan sinir hastası olur yahu! 

    “Belki de bu yalnızca Amerika’da böyledir ama bana öyle geliyor ki bir şeye sahiden tutku duyuyorsanız bu, insanları korkutuyor. Garip veya eksantrik olduğunuzu düşünüyorlar, bana göre bu sadece kim olduğunuzu bildiğinizi gösteriyor.” 

    Bana öyle geliyor ki, günümüzde insanlar bir şeyin mükemmelliği ve eşsizliği için çabalamaktan acizdirler. Eşsiz ve yaratıcı eserler ortaya koymaktansa bir şarkıyı hit yapana dek sosyal mecralarda videoların arkasına eklemek ve ucuz işçilik adına yapay zekadan önceden yapılmış resimlerin bir benzerini de bizim için yapmasını rica etmek dışında ne yapıyoruz ki?

    Eğitimimiz, deneyimlerimiz, eserlerimiz ve sevgilerimiz için yeşermek ve büyümek adına ihtiyaç duydukları zamanı, suyu ve ışığı vermek bizlere sıkıcı geliyor. Verdiğimizin karşılığını alamamaktan korkuyor ve soluk, yıpranmış fikirlerin bir emsalini daha atıyoruz ortaya…ta ki kabak tadı verene kadar.


    Bize Çekici Gelen Çelişkiler 

    Gotik kültür ve diğer alternatif stillere ilham kaynağı olan bu adamın; tüm korku ögelerini renkli ve sevimli bir tarzda gözler önüne serebiliyor olması inanılmaz olduğu kadar bunun, toplumun çocuklar için üretilmiş olan filmlerden beklentilerine karşı gelen tamamen radikal bir hayat görüşü olduğu da yadsınamaz elbette. Küçük izleyicilerin bu gibi ağır temaları işleyen Burton filmlerinden kötü etkileneceğini düşünen ebeveyn sayısı bir hayli fazla.

    İronik olarak yönetmenimiz ise, her sanatçının gerçek eserler verebilmek adına çocukken düşündükleri şekilde düşünmeye başlamaları gerektiğini belirtiyor ve insanı düşünmeye itiyor.

    Çocuklar ölümden habersiz yaşamıyorlar, ona her gün televizyonda, kitaplarda, sokakta ve uzak akrabalarının cenazelerinde sürekli olarak tanık oluyorlar. Ölümü onlar için korkunç hale getiren de aileler, bunu çocuklarına hiçbir şey açıklamayarak ve onları kendi tecrübelerinden yola çıkarak tümevarım yapmaya zorlayarak, kendi duyguları taklit etmek durumunda bırakarak yapıyorlar. Oysa Tim’in filmlerinde ölüm ve öteki dünya oldukça renklidir.

    Örneğin zombiler, gerçek korku filmlerindeki gibi beyin yiyen canavarlar değil dirildiklerinde ailelerinin yanına gidip onlara sarılan, özlem duyulan eski akrabalardır yalnızca.”Frankenweenie” filmi ise en yakın dostu köpeği olan bir çocuğun evcil hayvanının ölümüyle başa çıkma çabasını ve sevdiklerimizi sonsuza dek yanımızda tutamayabileceğimizi ve bunun normal olduğunu öğretir.

    Burton’ın amacı korkutmak değil bilinmeyeni, yası ve hüznü sevgiyle bağdaştırarak ona tanınabilir yeni bir maske giydirmektir. 

    Popüler Kültür Dünyasının Ucube ve Sıra dışı Zihinleri 

    Kıyafetlerimizi zincir mağazalardan aldığımız ve fikirlerimizi harf sınırı olan tweetlerden edindiğimiz bu çağda bizden asıl istenen olabileceğimiz en “Normal” insan olmamızdır.

    Göze batmamak, sivrilmemek, olay çıkartmamak ve farklı bir düşünceye sahip olmamak için verdiğimiz savaşta karakterlerimizi ne kadar hızlı yitirdiğimize fiziksel olarak şahit olabilseydik eğer, bozuk ve ışığı kırpışan bir ampulün bile sönmeden önce bizden daha uzun süre parladığına tanıklık edebilirdik. 

    “Her şeyin içinde güzellik vardır ama bunu herkes görmez.” 

    “Sen tamamen delirmişsin, kafayı yemişsin ama sana bir sır vereceğim: En iyi insanlar böyledir.”

    “Alice Harikalar Diyarında” filmiyle garipliklere, rüyalara ve deliliğe övgüler sunan Burton’ın sınırların dışına çıkan, toplum tarafından kenara köşeye itilen karakterleri birbirine bağlaması ve bunları bize izleterek endişelerimizi bir kenara atmamızı sağlamasından daha harika ne olabilir?

    Picture

    Çok Konuşulan Addams Ailesi 

    “Wednesday dizisi” ve “Addams Ailesi” animasyonlarıyla herkesin gönlünü kazanan bu aile aslında önce çizgi romanlar sayesinde okurlarıyla buluşmuş, ardından 1991 yılında vizyona giren – ki en sevdiğim versiyondur – “The Addams Family” filmiyle daha da bilindik hale gelmiştir.

    Efsaneye göre Addams’lar yıllar önce bir cadı tarafından lanetlenmişlerdir, lanete göre her ne olursa olsun bir Addams başka bir Addams’ın elinden ölüm bulamaz. Bu sebeple 1991 yapımı filmde çocuklar eğlenmek için sürekli olarak birbirlerine ok atar veya birini elektrikli sandalyeye bağlarlar. 

    Sizce filmin ana fikri yalnızca bu muydu peki? ASLA! 

    Burton’ın yaratmak istediği şey tipik bir Amerikan ailesinin tam tersiydi: Karısına sadık bir koca ve kocasını delice arzulayan bir kadın, çocukların tehlikelerden balonlu kapıda sarılmış gibi korunmadığı bir evren, güzellenmemiş bir tarih, yaşlı aile üyelerinin ve evli çiftin aynı evde huzurla yaşaması, en garip şeyin bile çok normal karşılanması ve aile bağlarının her şeyden üstün tutulması… 

    Zıtlıklar ve güzelliklerle dolu yepyeni bir dünya düşünün sevgili okur, size ve bu siyah/beyaz dünyada biraz renge açlık duyan gözlerinize Tim Burton’ın filmlerini şiddetle öneririm. Lütfen izlerken önyargılarınızı kenara köşeye bırakmayı ihmal etmeyiniz.

    Picture

    Collective Spark sitesinden daha fazla şey keşfedin

    Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

    Okumaya Devam Edin