Havaalanında Bir Tuvalet 

3–5 dakika

Merhaba sevgili okur, birazdan kaleme alacağım yazının bu sabah telefonumda oyalanırken bir başka yazarımız olan Ayça’nın, Stephen King’in romanlarından “Sadist” üzerine yazdığı metni gördüğümde kafamın içerisinde bir şimşek gibi çaktığını gizleyemeyeceğim.  

Stephen King, her korku ve gerilim seven okuyucunun ilk yazarıdır aslında, bizim için onun kitaplarını böyle değerli yapan, King’in kaleminin yanı sıra bu eserlerin merak ve adrenalin dolu genç bir zihnin tanıştığı ilk yürek hoplatan deneyim olmasıdır. Peki bizi tir tir titreten bu yetenekli ve üretken zihnin, kendisinin bile sonunu getiremediği fikirleri olduğunu biliyor muydunuz?

Sonu gelmeyen fikirler

1995 tarihinde Conan O’Brien, Stephen King’i şovuna davet etti ve ona bir soru sordu:

“Daha önce hiç sonunu getiremediğin için terk ettiğin bir hikayen oldu mu?”

King’in yanıt vermek için düşünmesine bile gerek yoktu.

“Bir gün bir adam ve karısı havaalanına giderler ve kadın kocasına tuvaleti kullanması gerektiğini söyler. Adam ‘Tamam’ der, ‘Ancak unutma, yalnız beş dakikamız var.’

Kadın onaylar ve adam beklemeye başlar. Bir süre sonra başka bir adam gelir, onun da karısı tuvalete gider ve uzunca bir süre geri gelmez. Onlar beklerken önce üçüncü ve ardından dördüncü bir çift daha gelir, hepsine de aynı şey olur; herkes uçağına geç kalır. Bu olay sürüp giderken adamlardan birinin sonunda canına tak eder ve der ki ‘Boşversene! Ben de giriyorum.’

Adam kapıdan geçer; kapı iki yandan kayarak kapandığı anda içeriden çığlıklar duyulur, kapıdan geçen hiç kimse geri çıkmamaktadır. Hal böyle olunca işler kızışmaya başlar, önce güvenlik ardından da FBI davaya dahil olur…”

Gerçekten çok güzel ve gizemli bir konu öyle değil mi sevgili okur? Eminim şu an sandalyenizin ucunda oturuyorsunuzdur. O gün O’Brien da bu fikri en az sizin kadar beğenmişti, heyecanla sonunu bekliyordu ve King sözlerini tamamladı

“…AMA KAPININ ARKASINDA NE OLDUĞUNU BİLMEDİĞİM İÇİN YAZAMADIM!”

Bu sözler üzerine seyirciden bir kahkaha tufanı duyuldu ve alkışlar yükseldi, herkes bu şakayla karışık anıyı çok beğenmişti. Ben bugün, burada o kapının ardındaki şeyin neden gerçek bir korku unsuru olduğunu anlatmak için bulunuyorum. Hadi başlayalım!

Bazı tuvalet sorunları

Tuvalette yapılan şeylerin başında elbette ki temel ihtiyaçlar geliyor ancak bir kadın olmak bu kadar kolay mı? Görülmüş şey değil.

Bir kadının bakımlı olması ve daima üzerine çekidüzen vermesi gerekiyor, akan makyajlar siliniyor ve yerine yenisi sürülüyor. Hem de az falan değil tam takır bir makyaj yapılıyor sevgili okur, çünkü az makyaj topluma sizin bakımsız olduğunuz imajını veriyor. Az makyaj bir yana makyajsız dışarı çıkma gafletinde bulunan kadınların vay haline!

Derhal herkes tarafından yöneltilen “N’oldu canım? Yoksa ağladın mı? Gözlerinin altı hep şişmiş.” ya da “Ay hastasın galiba.” benzeri acıma ve küçümseme karışımı cümlelerin hedefi haline geliverirler.

Picture

Pekala o halde makyajımızı tamamladık, sırada saçımız var. Siz de bilirsiniz ki saç bir kadının doğuştan sahip olduğu ancak toplumun uzun ve bakımlı olmasına özen gösterdiği pek değerli bir yüktür sayın okur. Saçlar açılacak, taranacak, yeniden toplanacak. Saçlara yapılan bakımın ardından sıcak bir yaz günü veya buz gibi bir kış ayı olup olmadığı fark etmeksizin deodorant ve parfüm sıkılacak.

Yalnız boyuna da değil üstelik, internette gördüğümüze göre parfümümüzün daha kalıcı olabilmesi ve daha uzun süre çiçek bahçesi, veya hayatımızda bir daha asla görmeyeceğimiz bir dolu insanı, yanlarından geçerken artık hangi koku iki saniye boyunca en iç titretici biçimde cezbedecekse onun gibi kokabilmemiz adına boynumuza, kulaklarımızın arkasına ve bileklerimize birer fıs olmak üzere parfümümüzü uygulayacağız.

Artık mükemmel kokuyoruz, bitti mi? Tabi ki hayır! Saatlerce havaalanındaki her yere dokunduk ve dakikalardır tuvaletteyiz, bizim gibi titiz bir hanımefendiye böyle bir hijyen eksikliği yakışabilir mi ? Asla, derhal yanımızdan ayırmadığımız ıslak mendilimizi çıkarıyor ve defalarca yıkadığımız ellerimizi siliyoruz, bunu takiben lavabonun kenarına koyduğumuz ve şu anda nasılsa pis olduğundan kesinlikle emin olduğumuz çantamızı da siliyoruz.

Unutmadan aynı ıslak mendille ayakkabılarımızın kenarını da siliyor, hiçbir şeye dokunmamaya özen göstererek bir ceylan edasıyla küçük adımlarımızı çöp kutusuna yöneltiyor ve kontamine olmuş ıslak mendilimize veda ediyoruz.

Son olarak sütyenimizin saatlerdir derimizi tahriş eden telini de bizi beş dakika sonra yeniden rahatsız etmek üzere doğru ileri doğru itiyor ve tüm ihtiyaçlarımızı karşılamış bulunuyoruz.

İhtiyaçlarımız…beş yaşında veya on yaşında tuvalete gittiğimizde bir kez olsun aklımıza gelmeyen fakat şimdi bir ritüel haline gelmiş olan o görevler karmaşası. Bir ihtiyaç olduğuna ikna edildiğimiz toplum baskısı, bizi mükemmel olmak zorundaymışız gibi hissettiren ve asla mükemmel olamayacağımız için kusurlarımızdan beslenen o yaratık…

Picture

İşte kapının ardında bulunan tam olarak da bu. Tek fark şu ki : O tuvalette ne bir çığlık var ne de bir of! Dışarıdaki herkes kadar içeridekiler de ikna olmuş durumda.  

Bu yazıyı yazdım sevgili okur, çünkü çığlıkları duy istedim; kendi çığlıkların da buna dahil. Bir insan olmak için renkli bir tablo yahut Michelangelo’nun Davut’u gibi kusursuz bir mermer olmamıza ihtiyaç olmadığını anımsayalım istedim. Hayatınızda bir kez olsun birinin size her halinizle güzel ve sevgiye layık olduğunuzu hatırlatmasını istedim. 

 Umuyorum ki bugün dışarı çıkarken aynaya bakmayı unutursunuz ve bu hiç mi hiç umurunuzda olmaz, güzel günler sevgili okur.

Collective Spark sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin