Yapay Zekâ ile Sanat Üzerine Etik Bir Sorgulama
Bu yazı, içime uzun zamandır çöreklenmiş bir huzursuzluğun sonucu. Dijital dünyada aktif olan bir sanatçı, bir üretici olarak gün geçtikçe daha sık karşılaştığım bir şey var: yapay zekâ ile üretilmiş “eserlerin” övgüyle paylaşılması, satılması ve hatta sanatçı kimliğiyle pazarlanması. Bu imgeler kimi zaman öyle etkileyici görünüyor ki, insan önce büyüleniyor.
Ama sonra sorular başlıyor: Bu imgeleri üreten gerçekten kim? Bu kadar az emekle, bu kadar çok karşılık almak adil mi? Ve en önemlisi: Bütün bu süreçte sanat hâlâ bizimle mi, yoksa bizden uzaklaşıyor mu?
Yapay zekânın sanatta kullanımı bugün yalnızca teknik bir devrim değil, aynı zamanda etik ve ontolojik bir kriz alanı. Fotoğrafçılıkla ve dijital sanatla uğraşan biri olarak uzun süredir zihnimi kurcalayan bir mesele var: Sanatın yaratıcı öznesi kimdir? Ve yapay zekâ destekli bir “görüntü üreticisi”, sanatçı olarak anılabilir mi?
Midjourney, DALL·E, Leonardo AI gibi araçlar sayesinde binlerce kişi artık tek bir komutla tablolar, illüstrasyonlar ve hatta neredeyse hipergerçek fotoğraflar üretebiliyor. Bu durum teknik olarak büyüleyici görünse de, arkasında önemli bir felsefi kırılma yatıyor. Birçok kişi, bu araçlarla oluşturduğu işleri dijital sanat eserleri olarak sergiliyor, satıyor ve hatta kendini sanatçı olarak tanımlıyor. Ama soruyorum: Bu etik mi?

Benim temel itirazım şu: Yapay zekâ bir araçtır, tıpkı bir fırça, bir kamera ya da bir çekiç gibi. Ancak bu araç, giderek “üreten özne” konumuna yerleştiriliyor. Oysa üretim süreci, sanat dediğimiz şeyin kalbinde yer alır. Sanat, yalnızca sonuçla değil; süreçle, çabayla, niyetle ve anlamla ilgilidir.
Martin Heidegger’in Teknolojiye İlişkin Soru adlı metninde teknolojinin yalnızca bir araç olmadığını, aynı zamanda bir “çerçeveleme” (Gestell) biçimi olduğunu söyler. Yani teknoloji, dünyayı belli bir şekilde görmemizi, anlamamızı ve kurmamızı sağlar. Bu bağlamda yapay zekâ ile üretilen görseller, yalnızca yeni formlar yaratmakla kalmaz; aynı zamanda yaratımın doğasını da dönüştürür. İnsan merkezli üretim anlayışını, makine-yönelimli bir estetik mantığa çeker.
Bu durumda, sanatın anlamı da kökten dönüşüyor. Sanat artık bir deneyim, bir çaba ya da bir iç yolculuk değil; algoritmik varyasyonların görsel sonuçları haline geliyor. Sanatçının yaratıcı iradesi yerine, veri kümeleri ve istatistiksel örüntüler belirleyici oluyor.
“Sanatçı” Unvanının Değeri
Sanatçı olmak, yalnızca bir sonuç üretmekle ilgili değildir. Sanatçılık, seçtiğin yol, taşıdığın yük, ifade biçimin, sezgin, hissiyatın, zamanla kurduğun bağla ilgilidir. Bir eserin seni ne kadar zorladığı, hangi iç kırılmalardan geçtiği, onu yaratırken nelere göğüs gerdiğin — tüm bunlar sanatın değerini belirler.
Hal böyleyken, bir görseli Midjourney’e yazdığın üç satırlık komutla üretip “eserim” diye sunmak, sanatçılık iddiasında bulunmak bana kalırsa hem samimiyetsiz hem de etik dışı. Daha da ötesi, bu tür üretimlerin NFT platformlarında yüksek fiyatlara satılması, sanatın maddi değerinin, sanatsal emeğin önüne geçmesine neden oluyor. Gerçek sanatçılar bu denklemin dışında bırakılıyor.

Evet, bazı kullanıcılar bu tür üretimlerin yapay zekâ ile üretildiğini belirtiyor ama çoğu belirtmiyor. Hatta belirtenler arasında bile “ben prompt’larla yönlendirdim, yani ben sanatçısıyım” diyenler var. Ama bu yönlendirme, bir orkestra şefliğinden ziyade hazır bir besteyi çalan bir dijital çalara komut vermeye benziyor.
Heidegger ve Sanatın Kökeni

Heidegger’in “Sanat Eserinin Kökeni” adlı çalışmasında sanat, yalnızca bir nesne değil, bir hakikatin açığa çıkma biçimi olarak tanımlanır. Ona göre sanat, dünyayı görünür kılar. Sanat eseri, dünyayı hem kurar hem de gösterir. Peki yapay zekâ neyi gösteriyor? Kimin dünyasını kuruyor?
Yapay zekâ, bizim daha önce yüklediğimiz imgelerden, anlamlardan, biçimlerden bir algoritma çıkararak yeni sonuçlar üretir. Bu bir tür yansıma gibidir ama içten gelen bir anlatı değildir. YZ üretiminde “beden” yoktur, “deneyim” yoktur, “acı” ya da “sevinç” yoktur. Sadece verinin yeniden işlenmiş hâli vardır. Heidegger’in “alet olarak şey” kavramıyla düşünürsek, bu işler araçsal aklın bir sonucudur, sanatın doğasına değil, tekné’ye daha yakındır.
Etik Sorular
Burada yalnızca felsefi değil, ciddi etik sorunlar da karşımıza çıkıyor:
- Telif hakkı: YZ ile üretilen görseller, sıklıkla mevcut sanatçıların eserlerinden öğrenir. Yani bizim verdiğimiz yönergelerle bir eser üretirken aslında onu eğitmiş oluyoruz, data topluyor ve bu datayı sonraki isteklerde ve farklı farklı insanlarda kullanıyor. Bu öğrenim sürecinin kaynakları ise çoğu zaman sanatçılardan habersiz alınır. Bu bir tür görsel sömürüdür.
- Sanat piyasasında dengesizlik: Gerçek üreticilerin yıllar süren çalışmaları yerine, 5 dakikada üretilmiş görsellerin piyasada öne çıkması adaletsizlik yaratır.
- Sanatın değersizleşmesi: Herkesin sanatçı olduğu bir düzende, kimse sanatçı değildir. Sanatın anlamı, yalnızca üretilebiliyor olmasında değil, niyet ve içeriğinde yatar.
Sanatla İlişkimizin Kırılma Noktası
Tüm bu tartışmalar, sanatla olan ilişkimizin tam bir kırılma noktasına geldiğini gösteriyor. Belki de yapay zekâ, bu çağın en güçlü aynası: hem teknolojik olanaklarımızı hem de etik yoksunluklarımızı aynı anda gösteren bir yüzey. Ve o yüzeye baktığımızda, kendimizi görmüyoruz; başkalarının yarattığı imgelerin parçalanmış yansımalarını görüyoruz.
Sanatın değeri sadece neyin üretildiğiyle değil, nasıl üretildiğiyle ölçülür. Ve belki de tam bu yüzden, sanatın geleceğini kurtarmak için, onun geçmişine —yani emeğe, sezgiye, yaratıcılığa ve ahlaka— yeniden dönmemiz gerekiyor.
Tolstoy Sanat Nedir? adlı eserinde, sanatın amacının “duygunun bulaştırılması” olduğunu söyler. Sanat, bir başkasına duygunu aktarabildiğin anda değer kazanır. Onun için sanat, yalnızca beceri değil, içtenlik ve ahlaktır. Ve tam da bu yüzden Tolstoy, taklit, sahte duygular ve süslü biçimlerle sunulan içi boş sanatın tehlikeli olduğunu savunur.
Bugün yapay zekâ ile oluşturulmuş “eserlerde” de benzer bir sorun var. Onlarda gerçek bir duygu değil, görsel bir yanılsama var. Ve belki de bu yüzden, Tolstoy yaşasaydı, yapay zekâ üretimlerini “sanat değil, gösteri” olarak tanımlardı.


