11 Günde 11 Şehir – Venedik

3–4 dakika

Geldik Venedik’e… İlk izlenimim, şehrin farklı bir havası olması dışında Ağustos sıcağının kavuruculuğu oldu. Venedik, o klasik kartpostallardan çok daha fazlası; suyla iç içe geçmiş dar sokakları, tarihi dokusu biraz da kokusu ve kendine özgü atmosferiyle insanı etkisi altına alan bir yer.

Şanslı sayılırız ki bizim gittiğimiz gün şehirde fazla su birikintisi yoktu 🙂 Malum sular altında kalacağına dair birkaç açıklama olduğundan…

Şehre adım atar atmaz, gondollarla dolu kanalların kenarında yürümeye başladık. Sıcak hava biraz yorsa da, gondola binmek yerine bu kısa zamanımızı keşif dolu yürüyüşlerle değerlendirmek istedik.


San Marco Bazilikası

San Marco Bazilikası’nı dışarıdan görme fırsatımız oldu. İçeriye giremesek de, yapının ihtişamı dışarıdan kendini hafiften belli ediyordu. En çok dikkatimi çeken detay ise, girişin üst kısmına yerleştirilmiş dört bronz at heykeliydi.

Bu heykeller, Roma dönemine ait ve aslında dört atın çektiği bir zafer arabasını (Quadriga) temsil ediyor ancak bu heykellerin hikâyesi, bizim için biraz hüzünlü. 1204 yılında düzenlenen Dördüncü Haçlı Seferi sırasında İstanbul (o zamanki adıyla Konstantinopolis) yağmalanıyor ve bu heykeller oradan Venedik’e çalınarak getiriliyor. Tıpkı Aziz Markos’un kalıntıları gibi…

Aziz Markos’un kemikleri de aynı şekilde kaçırılıyor ve Venedik’in koruyucusu ilan ediliyor. O kadar ki şehir bayrağındaki aslan figürünün yüzünün Aziz Markos’u temsil ettiği söyleniyor. Bu “kaçırma” olayı, Venedikliler tarafından sahiplenilmiş ve San Marco Bazilikası’nın dış sütunlarından birine resmedilmiş. Gidenler mutlaka fark edecektir 🙂

Açıkçası, bu tarihsel gerçekler beni biraz üzdü. Görkemin arkasında haksız alınmış bir geçmiş yatıyor olması beni düşündürdü.


Renkli Adalar: Murano ve Burano

Sokaklarda biraz daha dolaştıktan sonra, Venedik’in adalarını keşfetmeye devam ettik. Şehir açık hava müzesi izlenimi yaratıyordu ama adalar, Venedik’e farklı bir boyut katıyor. Bana “Cennet Mahallesi” dizisi izlenimi veren nostaljik bir yerdi. 

İlk durağımız, cam işçiliğiyle dünyaca ünlü olan Murano Adası oldu. Adaya vardığımızda ilk etapta etrafı dolaştık, ardından cam atölyesine yöneldik. Cam üfleme sanatını yakından izlemek büyüleyici bir deneyimdi. Usta bir sanatçının ellerinde erimiş camın şekle bürünmesi havalıydı, bizim ustamız ata dönüştürdü dakikalar içinde. Bu kadar zarif ve eski bir zanaatın hâlâ yaşatılıyor olması çok etkileyiciydi.

Atölye bittikten sonra bir odaya girdik ve orada cam objeler, zarif süs eşyaları ve minik heykelcikler vardı. Biz de dayanamadık, biraz pahalı da olsa birkaç cam eşya satın aldık.

Ama dürüst olayım: İçimden “Keşke Eskişehir’de alsaydım!” demeden de edemedim çünkü fiyatlar gerçekten yüksek.

Küçük bir not: Eğer yolunuz Eskişehir’e düşerse, oradaki cam sanatları yapan sanatçılardan/esnaftan çok daha uygun fiyatlara harika işler bulabilirsiniz. 😊

Murano’dan sonra rengârenk evleriyle ünlü Burano Adasına geçtik. Teknemizden iner inmez karşımıza çıkan görüntü güzeldi. Her biri başka bir renge boyanmış evler, kanallar boyunca dizilmişti ve gerçekten kaotik durmuyor tam tersi bir düzeni yansıtıyordu.

Hava hâlâ sıcaktı ama sokaklarda gezinmekten, köprülerde fotoğraf çekmekten ve “şuradaki evin rengi mi daha güzel yoksa bu mu?” diye tartışmaktan hiç yorulmadık. Adada ayrıca yerel tatları denemeyi de ihmal etmedik.


Sokaklarda Müzik ve Bir Vals

Venedik’in labirenti andıran sokaklarında kaybolmak, şehrin en keyifli yönlerinden biri ama tabii son seferi kaçırmamak için yapmamanızı tavsiye ederim çünkü biz yanlışlıkla orada kalıyorduk. Her köşe başında sizi şaşırtan bir manzara, minik bir köprü ya da kıyıya bağlanmış bir gondol var. Biz de sokaklarda öylece dolaşırken, bir anda o anı büyüleyen bir şey oldu: bir köşede keman çalan bir sanatçıya rastladık.

Çaldığı melodi ise tam olarak “hadi dans edin!” der gibiydi. Sanki film sahnesi gibi arkadaşımla birlikte birkaç adım vals yaptık. Kimseyi umursamadan, sadece o müziğe ve bulunduğumuz yere odaklanarak dans ettik. Bu kısımda yolculuğu çok anlamlı kılmıştı. Venedik’in romantik havası zaten her adımda kendini hissettiriyor ama bir sokak sanatçısının notalarında dans etmek… İşte o, bu seyahatin en özel anlarından biri oldu.

Venedik, tarih, sanat, renk ve duygu dolu bir şehir. Kısa sürede gezmek için ideal, her köşesi ayrı bir hikâye, her adımı başka bir his. Bizim için unutulmaz bir duraktı.

Ama yolculuk devam ediyor… Sıradaki durağımız: Budva ve İşkodra! Yeni şehirlerde yeni hikâyelerde buluşmak üzere. 🌍✈️

Collective Spark sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin