Bu yazıyı geçenlerde gitme fırsatı bulduğum “Selçuk Yöntem ile Biraz Şiir Biraz Şarkı” etkinliğinden ilham alarak yazmaya karar verdim.
Giderken çok büyük beklentilerim olmamasına rağmen, etkinlik başladığı andan bitene kadar bütün duyguları yaşadığım, unutulmaz bir akşam oldu benim için. Selçuk Yöntem’in etkileyici sesi ve yorumu, klasikleşmiş şiirlere yepyeni bir ruh kazandırmıştı.
Selçuk Yöntem’in seslendirdiği şiirlerden biri beni çok etkilemişti: “Şimdi Biliyorum”.
Orijinal ismiyle “maintenant je sais” Fransız Jean Gabi’nin seslendirdiği eser Türkçemize Elif Edes Tapan tarafından kazandırılmıştır. Üzerine konuşmadan önce şiiri okumanız için aşağıya bırakıyorum ve aynı zamanda Selçuk Yöntem’in sesinden dinlemek isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz.
Şimdi Biliyorum
“bacak kadar bir çocukken
adam gibi görünmek için çok yüksek sesle konuşurdum
ve derdim ki, biliyorum, biliyorum, biliyorum, biliyorum!başlangıçtı, ilkbahardı
fakat ne zaman 18 yaşıma geldim
biliyorum dedim, bu defa biliyorumve bugün dönüp baktığımda
bolca mekik dokuduğum dünyaya bakıyorum
ve hala nasıl döndüğünü bilmiyorum25 yaşıma doğru her şeyi biliyordum
aşkı, gülleri, hayatı, parayı
ah, evet aşk! her şeyi öğrenmiştimve ne mutlu ki
arkadaşlarım gibi
elimde avucumdaki her şeyi bitirmemiştim
hayatımın ortasında, yeniden öğrendimöğrendiklerim, üç dört kelime tutar
sizi birinin sevdiği gün, hava çok güzel olur
daha iyi söyleyemem
hava çok harika olur!hayatta beni hala şaşırtan bir şey
ben ki hayatımın sonbaharındayım
birçok hüzünlü gece unutulur
şefkatli bir sabahsa aslatüm gençliğim boyunca, biliyorum demek istedim
ne var ki ne kadar çok aradıysam o kadar az biliyordum
saat 60’a geldi
bense hala penceremdeyim, bakıyorum ve sorguluyorumşimdi biliyorum, hiçbir zaman bilinmediğini biliyorum
hayat, aşk, para, arkadaşlar ve güller
hiçbir şeyin gürültüsünü ve rengini bilemezsintüm bildiğim bu
ama bunu biliyorum…”Orijinal Metin: Jean Gabi, Çeviren: Elif Edes Tapan
“Bilmenin Sessizliği: Hayatın İçinde Bir Arayış”
İnsan, doğduğu andan itibaren öğrenmeye başlar. İlk adımlar, ilk kelimeler, ilk sorular… Tüm bu süreçlerde temel bir içgüdü vardır: Bilmek.
Bilmek, var olmakla eşdeğer görünür bize. Bildiğimiz ölçüde güçlü, bildiğimiz ölçüde güvende hissederiz. Ama zaman geçtikçe, bilmenin o kadar da bağıran bir şey olmadığını; aksine, sessizce içimizde filizlenen bir arayış olduğunu fark ederiz.
Çocukluk: Bilmenin En Gür Zamanı
Çocukluk, bilmenin en iddialı evresidir. Daha kelimeler tam oturmadan “biliyorum!” deriz. Sırf büyük görünmek, ciddiye alınmak, bu dünyada bir yer edinmek için yüksek sesle konuşuruz.
Oysa o çocuksu sesin arkasında, anlamaya çalışan bir kalp, yönünü arayan bir zihin vardır. Şiirde de söylendiği gibi, çocukken “adam gibi görünmek için” yüksek sesle konuşan o küçük benlik, aslında hayata tutunma çabasındadır.
Gençlik: Bildiğini Sanmak
Gençlik yıllarında ise bilme arzusu zirveye ulaşır. İnsan 18’inde kendinden emindir; dünyayı anlamış, hayatı çözmüş, aşkı yaşamış gibidir. “Bu defa biliyorum” der kendinden emin bir edayla. Ne var ki zaman, bu cümleyi her tekrar edişte biraz daha yumuşatır.
Çünkü hayat, sadece yaşanarak öğrenilebilen bir şeydir. Kitapların, öğütlerin, kuralların ötesinde, her bireyin kendi deneyimi vardır. Ve her deneyim, “biliyorum” sandıklarımızı sorgulatır.
Olgunluk: Bilmek ve Korumak
25 yaşına geldiğimizde, bilginin zirvesinde olduğumuza inanırız. Aşkı tanıdığımızı, hayatı kavradığımızı, parayı yönetebildiğimizi düşünürüz. Ama asıl sınav, bu bilginin ne kadar gerçek ne kadar yüzeysel olduğunu fark etmeye başladığımızda başlar. Şiirin en vurucu bölümlerinden biri burada ortaya çıkar:
“Ve ne mutlu ki / arkadaşlarım gibi / elimde avucumdaki her şeyi bitirmemiştim.”
Bu satırlar, bilmenin bazen sadece anlamak değil, aynı zamanda elindekini korumak, sabretmek, beklemek olduğunu anlatır. Bilmek, sadece zihinsel değil, duygusal bir olgunluktur da.
Bilgelik: Sade Hakikatler
Zaman geçtikçe bilmenin anlamı değişir. Artık büyük cümlelerden uzaklaşırız. Sade, ama içten birkaç kelime, bir ömrün bilgeliğini taşır: “Sizi birinin sevdiği gün, hava çok güzel olur.” Bu cümle, yüzlerce kitapta anlatılmak istenen bir hakikati en yalın haliyle sunar.
Gerçek bilgelik, bazen doğrudan değil, dolaylıdır. Havanın güzelliği ölçülemez belki ama sevilmek hissi, onu bahara çevirir. Bu da bilmenin en duygusal, en insani halidir.
Kabul: Bilmemeyi Bilmek
Yaş ilerledikçe, hayatın bazı sırlarını çözeriz; ama çok daha fazlasının çözülemez olduğunu fark ederiz. “Şimdi biliyorum, hiçbir zaman bilinmediğini biliyorum” diyebilmek, bilginin son durağıdır. Bu cümle bir pes ediş değil, bir kabul ediştir.
Hayatın, aşkın, insanın, dostluğun tam anlamıyla kavranamayacağını kabullenmek, aslında çok derin bir bilgeliktir. Artık “bilmek” bir yargı değil, bir farkındalık olur. Bildiğini zanneden değil, bilmediklerini anlayan kazanır.
Son Söz: Yaşayarak Öğrenmek
Ve sonunda geriye birkaç sade hakikat kalır. Şefkatin, sevginin, sabahların anlamı. İnsan, gençliğinde dünyayı öğrenmeye çalışır; yaşlandıkça ise kendini ve bu yolculukta en kıymetli bilgi şudur: Hayatın sesini, rengini, dokusunu ancak yaşarken fark edebilirsin. Hiçbir teori, hiçbir formül bunu anlatamaz. Sadece hissedersin.
İşte tüm bildiğimiz bu.
Ama ne güzel ki bunu biliyoruz…

