Aşk, Gurur ve Önyargı Üzerine Bazı Fikirler

4–7 dakika

Sizlerle ilk kez bir araya gelmek ne büyük zevk!

Bu sabah önce bilgisayarımı koydum masama, sonra kitaplığıma koştum; Stefan Zweig, Vasconcelos, Markuz Zusak ve daha fazlası bana bakıyorlardı adeta. Bilemezsiniz, bir şeyi ilk kez yapmak nasıl deli ediyor insanı; onca kitap vardı önümde ve ben hiçbirini okumamış gibi hissediyordum.

Ardından, Jane Austen’ın unutulmaz eseri olan Gurur ve Önyargı’yı gördüm ve o anda kararımı verdim. Kitap, çevirisini takip eden ilk yıllarda  Gurur ve Önyargı adıyla basıma çıkmış olsa da ilerleyen zamanlarda ”Aşk ve Gurur adıyla yayın serüvenine devam ettiğinden dolayı yazımda bu üç kavramın her birine yer vereceğimden emin olabilirsiniz.

Bana göre, nasıl Da Vinci insan anatomisinin en büyük ressamıysa nasıl Chopin güllerin ve lalelerin müzisyeniyse; Jane Austen da kadın ruhunun ve zihninin yazarıdır. Onun yazdığı bir romanı okurken aklınızdan her ne geçiyor ise bunu, Austen’ın yazmış olduğu bir sonraki paragrafta mutlaka görürsünüz.

Onun kadınları, başkalarının eserlerinde görüldüğü üzere tek bir terzinin elinden çıkma yüzlerce elbise gibi birbirinin aynısı ve ihtişamlı değildir. Güzellikleri, tarif ettiği kadınların karakterlerinin yanında sönük kalır ve Gurur ve Önyargı’da karşımıza çıkan Elizabeth kitabın en güzel kadını olmaktan, tam da anlattığım sebepler dolayısıyla oldukça uzaktır.

Elizabeth’in zekası ve aşk uğruna kendi sağduyusundan asla vazgeçmemesi, onu dönemin kitaplarında yer alan kadın karakterlerin hemen hepsinden ayıran bir başka özellik olarak karşımıza çıkıyor. Elizabeth’in bu noktada kişiliğini kendisinin tarif etmesine izin verelim öyleyse, zira o böylesini tercih ederdi:

“Hiç öyle bir iddiam yok. Benim de kusurlarım var, ama akılla ilgili olmadıklarını umarım. Yaradılışımı savunacak değilim… Sanırım pek sevimli değil… herkesin çok hoşuna gidecek kadar değil.

İnsanların ahmaklıklarını, kötülüklerini gereğince çabuk unutamıyorum ya da bana yönelik kabalıklarını.  Kimse duygularımı kolay kolay kışkırtamaz. Yaradılışım için kinci diyebiliriz belki… Birinden bir kez soğuyunca ilelebet soğurum.”

Elizabeth’in kendi kişiliği üzerine yaptığı bu tahlil aklıma Hedy Lamarr’ın mükemmel bir sözünü getiriyor: ”Her kız göz kamaştırıcı olabilir, tek yapması gereken öylece durmak ve aptal gibi görünmek.”

Gerçekten de kimi zaman bir insanı çirkin ve sevimsiz olarak addetmemizin sebebi kendilerine karşı gösterilen kabalıkları ve ahlaksızlıkları, diğerleri kadar uysalca karşılamamaları ve deyim yerindeyse “Seslerinin çok fazla çıkıyor” oluşu olabilir mi?

İnsanları naif ve şirin olarak adlandırırken onların gerçek karakterlerine mi sesleniyoruz yoksa bizim çıkarlarımıza ne kadar hizmet ettiklerini mi ölçüyoruz? Bu soru insanın içini karartıyor, devam edelim öyleyse! 

Bu kitapta ne önyargı ne de gurur tek bir kişiye ait. Darcy ve Elizabeth arasında hava, su gibi paylaşılan; bir iltifat edasıyla verildiği gibi karşılığı alınan ve bir borç gibi kendini hızla teslim etme gereksinimi duyan, kitap boyunca varlığını adeta somut olarak hissettiğimiz birer duyguydu her ikisi de. Eğer bir saniye için bu duyguları boğazından yakalayıp odadan dışarı atabilseydik o halde derhal birbirlerine koşacaklardı belki de.

Önyargı Üzerine

‘Sizin kusurunuz herkesten nefret etme eğilimi.’

‘Sizinki de,’ dedi Darcy gülümseyerek, ‘isteyerek herkesi yanlış anlama.’

Bize küçüklüğümüzden beri öğretilen şey önyargının tamamen yanlış olduğu ve hiç kimseye bu şekilde bir görüşle yaklaşmamamız gerektiğiydi, öyle değil mi? Peki sizce önyargı gerçekten böyle öcüleştirilmesi gereken bir kavram mıdır? 

Her ne kadar herkese çıplak gözlerle ve art niyet taşımadan bakmayı tercih etsem de kimi zaman önyargıların yararlı olmadıklarını söyleyemem. Bence önyargıların çoğu geçmiş tecrübelerden elde edilmiş olan kazanımların bir sonraki sorunda yeniden değerlendirmeye alınması olarak nitelendirilebilir.

Ancak karşımızdaki bir insan hakkında kesin bir tanıda bulunmak istiyorsak ve bunu, o kişinin davranışları geçmiş deneyimle tamamen uyumsuz olmasına rağmen gerçekleştiriyorsak veya yalnızca görünüşünü kendi güzellik ve güvenilirlik standartlarımıza uygun bulmadığımızdan dolayı belirli bir kanıya varıyorsak o zaman bu yalnızca içi boş bir dogma olarak kalır ve evet, bu durumda önyargılar tamamen anlamsızlaşabilir.

Gurur Üzerine

Kitabın ilerleyen sayfalarında ise Elizabeth ile ablası Jane arasında geçen o tartışmaya açık konuyla karşılaşıyoruz:

“Onun gururunu ben de kolaylıkla affedebilirdim, benim gururumu yaralamasaydı.” 

Gurursuz bir insan, prensipleri olmayan bir insan anlamına gelir. Toplum ise böyle bir insanı itip kakmak ve onu küçümsemek için elinden gelen her şeyi yapar, bir atmaca gibi onun yaralanmasını bekler ve ardından saldırır.

Bu farkındalıkla insan Elizabeth’i hoş görse de aşk gibi iki kişinin hoşgörülü olması gereken bir noktada sizce gururun yeri var mıdır? Var olduğunu söyleyenlerdenseniz sizi tebrik ederim fakat bu bir ilişkiyi sürdürmek için gerekli olan uzlaşmayı oldukça zor hale getirmez mi?

Aşk ve Baskı Üzerine

Şimdi sizler bu kitaba ve yazdığım yazıya bakıp belki de önyargıyı ve gururu aşka ne kadar uzak bulduğunuzu düşünüyorsunuzdur. Haklı olabilirsiniz de!

Ancak ya aşk dediğimiz yüce kavram var olmak, beslenmek ve büyümek için bizim onu tatmin edeceğine inandığımız küçük çaplı alandan çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsa? Aynı anda iki kişinin her nasılsa birbirine aşık olması bile yeterince şaşırtıcı bir olayken ya aşk için Eros’un okları yeterli değilse? Uygun ortam ve çevre de gerekli değil midir sayın okurlar? 

Bana kalırsa spot ışığını bir süre Elizabeth’ten çekmenin ve Jane’e yansıtmanın tam sırası. Jane, herkeste en iyiyi gören ve hayata pembe gözlüklerle bakan bir kadın, onun için yeryüzüne inmiş bir melek demek hiç de yanlış olmaz ki kız kardeşi Elizabeth onun bu yeteneğine hayran olduğunu kitapta birden fazla kez dile getiriyor.

Kitapta Jane’in Bay Bennet’a derinden aşık olduğunu, bu aşkın kesinlikle karşılıksız olmadığını ama bazı insanların onlara engel olmak istediğini görüyoruz. Bu noktada Jane, onun yumuşak karakterinin ne kadar incindiğini belirtir biçimde ve ilk kez, buz gibi bir gerçeklikle konuşuyor:  

“Onun beni sevdiğine inansalardı, bizi ayırmaya çalışmazlardı; eğer bağlı olsaydı zaten ayıramazlardı.” 

Çevre baskısı , insanı kendi fikirleri ve duyguları konusunda tereddüte düşürebilecek yegane iki element. Neden?

Çünkü korkuyoruz, hatalı olmaktan değil fakat farklı olmaktan korkuyoruz. Hala en küçük bir tereddütte, kendi kararımızı vermemiz gereken ufacık bir şeyde dahi sürü psikolojisini kullanmayı arzuluyoruz.

Diyoruz bir şeyi yaparken “Eğer kimse benimle aynı fikirde değilse o halde yanlış olmalı, kendi aklımla hareket edersem tek başıma kalacağım.” Burada çevre baskısı ve buna maruz kalan adamdan daha büyük bir çatışma var sevgili okur, buradaki çatışma iki ilkel duygunun çatışması: “Uyumlu olma isteği” ve “Aşk”.

İlk kez fikrimi hiç dolandırmadan söylemenin vakti gelmiştir belki de, bir kadın veya adam sevdiği kişi için savaşamayacak ve baskılara karşı gelemeyecekse hangi hakla kendine aşık olma ünvanını yakıştırabiliyor?

Umarım bu fikrim size fazla kaba gözükmez ancak ben aşk için bundan başka bir yol düşünemiyorum. Eğer çevre uygun değilse, o zaman uygun hale getirilmeli. 

Düşüncelerin Sonu

Söylemek istediklerimin sonuna geldiğimi düşünüyorum, kitapta da geçtiği gibi  “Aynı kitapları okumadığımıza eminim, aynı duygularla okumadığımıza da eminim.” Yine de bu kitabı okurken benim yaşadığım duyguları tatmak ve eleştirmek adına bu makaleye ayırdığınız zaman için teşekkür ederim. Umarım hayatta sizi gurur ve önyargı değil yalnızca en saf haliyle aşk bekliyordur.

Collective Spark sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin