Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler” adlı kitabından hareketle biraz sorgulama yapalım mı? Sizi bilmem ama sınavlarım yaklaşıyorken kendimi sorgulama perileri bana gelmeyi çok seviyor.
Kimse tarafından beğenilme kaygısı barındırmadan yaşadığımızı düşünüyor musunuz? Kimler için kendimizden ödün veriyoruz ve sonrasında buna değdiğini düşünüyor muyuz? “Hayır.” diyebiliyor muyuz? İnsanları normal bir derecede mi umursuyoruz? Neye göre bir “normal” belirliyoruz?
Bu kitapta adından da anlaşılabileceği üzerine bazı düşünceler yer alıyor. Farklı konularla ilgili kısa kısa düşüncelerin yer aldığı, kimi zaman neyi yapmak gerektiği, nasıl yapmanın daha iyi olacağı gibi bazı fikirler bulunuyor. Yukarıdaki sorularla bunu birleştirecek olursak ben burada o sorulara ilişkin düşüncelere yer vermek istedim.
Alıntı alıntı gitmeye ne dersiniz?
“Aşağılıyorsun, bizzat kendini aşağılıyorsun ruhum! Kendini onurlandıracağın zaman gelip geçiyor. Çünkü herkesin tek bir yaşamı vardır ve seninki hemen hemen tamamlandı; kendine saygı duyan biri değil, diğer insanların ruhlarında kendi mutluluğunu arayan birisin.”
Diğer insanların ruhlarında kendi mutluluğunu arayan biri sahiden mutlu olabilir mi? Ben bu soruya kitaptaki başka bir alıntıyla karşılık vermek isterim: “Özetle bir adamın kendi başına dik durması gerekir, dik tutulması değil.”
Birileri sayesinde bir şeyler elde etmenin hazzı, o birileri gidince kişiyi boşluğa düşürme tehditi ile beraber gelir. Bir insan yükünü kontrolsüzce başkasına verirse yaslandığı kişinin çekilmesiyle yere düşer.
“Belki de ün düşkünlüğüdür seni yıpratan.” diyor kitapta. Peki, nedir bu ün? Kimler üzerinde ve hangi konuda bir iz bırakmak istiyoruz? Buna değeceğini düşünüyor muyuz? Kitapta yer yer evrende küçücük bir kısmı kapladığımızdan, geçmişte bazı zeki kişilerden bazılarının şimdilerde adlarının bile anılmamasından, övenin de övülenin de yaşamının bir sonu olduğundan bahsediliyor. “Vaktiyle onca övgüye mazhar olmuş ne çok insan artık unutulup gitti; onlara övgüler dizenlerin çoğuysa çoktan göçüp gitti.” diyor mesela.
Bir kitabın sonunda öleceğini bildiğiniz başkahramanın hikâyesini okurken içi burkulanlardan mısınız? Öyleyseniz bizim de o başkahraman gibi olduğumuzu ne sıklıklıkla hatırlıyorsunuz? İnsan öleceğini biliyor da marifet zaten bu değil ki. Marifet bunu davranışlara dökebilmekte. “Yaşayacak on bin yılın varmış gibi davranma.” diyor kitapta. Her an ölme ihtimalim yokmuş gibi ertelediğim ne varsa zihnimin bir köşesine akın ediyor bunu her okuduğumda. (Bunu söylerken her şeyi hemen yapmanın doğru olduğunu savunmuyorum elbette.)
“Çarşaflara örtülere sarılıp kendimi ısıtayım diye mi yaratıldım?” kısmını okuduğumda bir müddet durduğumu hatırlıyorum. Kendimi yaşamımın sonunda sürekli rahatı seçmiş, istediğim şeylerin peşinden koşmamış biri olarak görme düşüncesi bir ürpertiye yol açtı.
Sonra şunu hatırlattım kendime: İstediğim şeylerin peşinden koşacağım, koşuyorum. Rahatlık anlık olarak cezbedici gelebilir, önümü birçok engel çıkabilir, bazen adımlarım yavaşlayabilir, hatta durabilir ama hayattayım ve bir şekilde yoluma devam edeceğim. “Kim ne derse desin ya da ne yaparsa yapsın, ben rengini yitirmeyen bir zümrüt olacağım.” diyor kitapta. Devam etmenin bir yolunu bulacağım, yollar biterse yeni yollar bulacağım.
Yazımızın sonuna gelmişken kiitabın son cümlesini sizinle paylaşma ihtiyacımı anlatamam. Şöyle diyor son cümlede:
“… zarafetle ayrıl sahneden, zira seni sahneden alanda da var aynı zarafet.”
Yazının sonunda bendeki altı çizili alıntılardan birkaçını ekliyorum. Onlar haricinde benim bu sefer sahneden ayrılırken size son sözlerim şunlar olsun:
Unutmayın, bazen rengimiz değişebilir. Hayat şartları… Bilelim ki rengimizin özü bizde. Renginizi kaybetmemeniz dileğiyle…
Birkaç Alıntı:
“İnsan yaşamı sınırlıdır, varlığı akışkandır, eğilimi belirsizdir, tüm bedeni çürümeye yatkındır, ruhu girdap gibidir, kaderi anlaşılmaz ve ünü muallaktır.”
“Huzur dediğim zarif bir düzendir aslında.”
“Dünya değişimdir, yaşamsa kanaat.”
“Seni rahatsız eden ardından gittiğin veya kaçtıkların değil; onlar seni bulamaz, sen kendini onların peşinden götürürsün.”

