Sıradaki durağımız Viyana. Şehir, başından itibaren mimarisi, tarihi dokusu ve derin kültürel mirasıyla beni etkisi altına aldı. Barok ve Rönesans döneminden kalma yapıların sokakları süslediği bu şehir, adeta bir açık hava müzesi gibiydi. Ancak, tarihi atmosferin içine dalmışken zaman zaman karşılaştığım at arabalarından gelen yoğun koku, sokaklarda yürümeyi biraz rahatsız edici hale getirdi. Bu küçük olumsuzluklara rağmen, Viyana’nın zarafeti ve asaletini her köşe başında hissetmek mümkündü.
İlk durağımız Schönbrunn Sarayı oldu. İhtişamıyla göz kamaştıran bu saray, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun görkemli geçmişine tanıklık ediyordu. Sarayın içine giremesek de, dışarıdan bakıldığında bile devasa yapısı ve detaylı süslemeleri etkileyiciydi. Sarayın devasa bahçelerinde dolaşırken, tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıktığımı hissettim. Özellikle sarayın bahçesinde bulunan çeşmeler, heykeller ve patikalarda yürürken, eski zamanların ihtişamını gözlerimde canlandırmak oldukça büyüleyiciydi.
Maria Theresa Anıtı da oldukça dikkat çekiciydi; bu tür figürlerin şehrin dört bir yanında karşımıza çıkması, Viyana’nın sanat ve tarihe olan derin bağlılığını bir kez daha gözler önüne seriyordu. Maria Theresa, 18. yüzyılda Habsburg İmparatorluğu’nun en önemli hükümdarlarından biriydi ve Viyana’da ona olan saygı, bu anıtla mükemmel bir şekilde özetleniyor. Anıtın merkezinde, ihtişamlı bir şekilde at sırtında tasvir edilen Maria Theresa, bir yandan gücünü ve kararlılığını simgelerken, bir yandan da halkına olan bağlılığını temsil ediyor. Etrafında yer alan heykeller ise onun dönemindeki sanatçılar, bilim insanları ve askeri liderleri simgeliyor. Bu heykeller, Maria Theresa’nın sadece siyasi gücüyle değil, aynı zamanda sanata, bilime ve kültüre olan katkılarıyla da anıldığını gösteriyor. Anıtın bulunduğu meydanda durup bu figürleri incelemek, tarihin derin izlerini hissedebilmek açısından oldukça etkileyiciydi. Maria Theresa’nın Avusturya İmparatorluğu’ndaki reformları, eğitime ve sanata olan yatırımları ve 16 çocuk annesi olarak aynı zamanda büyük bir aileyi yönetmesi, onun tarihteki yerini daha da anlamlı kılıyor. Viyana’nın her köşesinde, ona olan bu derin saygıyı hissetmek mümkün.

Bir sonraki durağımız Hofburg İmparatorluk Sarayı oldu. Bu saray, Avusturya İmparatorluğunun merkezi ve Habsburg hanedanının kalesiydi. Sarayın dış cephesinin ve mimarisinin ihtişamı beni büyüledi. Sarayın çevresinde dolaşırken, devasa yapılar ve zarif mimari detaylar beni tarihin derinliklerine götürdü. Özellikle yapıların ne kadar iyi korunmuş olması, geçmişin izlerini günümüze taşıyan birer hazine gibi hissettirdi.
Gezimizin bir diğer unutulmaz noktası ise Mozart Evi Müzesi oldu. Müzeye giriş için ödediğimiz sadece 4,5 euro, böylesi büyüleyici bir deneyim için gerçekten oldukça uygundu. 1 öğretmen ve 10 kişilik bir grupla bu müzeyi gezerken, Mozart’ın hayatına ve eserlerine daha yakından bakma fırsatım oldu. Müzenin atmosferi, Mozart’ın yaşadığı dönemi ve yarattığı eserlerin büyüklüğünü hissetmemi sağladı. Müzede onun kişisel eşyalarından, notalarına kadar pek çok detayı görmek, müzik tarihine dair derin bir bağ kurmama neden oldu.
Viyana’da karşılaştığımız bir diğer sürpriz ise aniden bastıran yağmur oldu. Sıcak bir yaz gününde, bir anda yoğun yağmurun başlaması bizi hazırlıksız yakaladı. Özellikle yanımızda kalın bir kıyafet veya hırka olmaması işleri biraz zorlaştırdı. Ancak yağmurun şiddetlenmesiyle birlikte arkadaşım Dila ile birlikte Viyana sokaklarında koşarak bir McDonald’s bulup içeri sığınarak ısındık ve biraz kurulandık. Yağmur dindiğinde ise yeniden Viyana’nın büyüleyici sokaklarına geri döndük ve keşiflerimize kaldığımız yerden devam ettik.
Graben Caddesi üzerinde yer alan Viyana Veba Sütunu, şehrin kalabalığı arasında geçmişte yaşanan acıları simgeliyor. Bu sütun, Viyana’nın etkileyici yapılarından biri. Barok tarzıyla dikkat çeken bu anıt, yalnızca bir sanat eseri değil, aynı zamanda veba salgınından kurtuluşun sembolü olarak şehre kazandırılmış önemli bir tarihi simge.
Bir sonraki durağımız, Viyana’nın en ikonik yapılarından biri olan Aziz Stephan Katedrali oldu. Katedralin dış cephesine baktığınızda inanılmaz detaylarla karşılaşıyorsunuz. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan bu yapı, yükselen kuleleri ve taş işlemeleriyle adeta bizi büyüledi. İçeriye adım attığımızda ise karamsar ve kasvetli bir atmosfer beni karşıladı.

Viyana gezimiz boyunca yerel lezzetleri denemeyi de ihmal etmedik. Şehrin ünlü pastanesi Demel’de elmalı Strudel, Kaiserschmarrn ve yanında Einspänner Kahvesi denedik. Bize tatlıları veren görevli oldukça samimiydi ve kahvelerimizi ücretsiz olarak ikram etti. Şehirdeki insanların nazik ve misafirperver tavırları, Viyana’yı daha da keyifli bir hale getirdi.
Tarihi dokusu, kültürel zenginlikleri ve zarif atmosferiyle Viyana, gezim boyunca en çok etkilendiğim şehirlerden biri oldu. Şehir, her köşesinde sanatın, tarihin ve zarafetin izlerini taşıyor. İnsanları, kültürel mirası ve sıcak atmosferiyle Viyana, hafızamda unutulmaz bir yer edindi.

