“Ölüm cezası!
İşte beş haftadan beri beni varlığıyla donduran, ağırlığıyla ezen bu tek düşünceyle yaşıyorum!” diyerek karşılıyor bizi kitabın girişi. Bu yazıda kitabın karakterleri ve özeti gibi unsurlardan ziyade kitap hakkında biraz düşüneceğiz.
Giriş cümlelerinden başlayalım mı? Kitabın ilerleyen kısmında avukatın mahkûma ömür boyu kürek cezası vereceklerini düşündüğünü söylemesinin üstüne mahkûm, “Siz ne diyorsunuz bayım? Ölmek yüz kere daha iyidir!” şeklinde bir yanıt verir.
Daha da ilerleyen kısmında ise müebbet bir kürek mahkûmunun kıskanırcasına ona bakarak “Ne kadar mutlu olmalı!” dediğini duyar idam mahkûmu.
Peki, bunları neden burada ele aldım? Önce kitapta geçen “Neredeyse hiç acı çektirmeden bedeni öldürmekle övünüyorlar.” cümlesini bir hatırlayalım. Şimdi de bunu yukarıdaki kısımlarla birleştirelim. Haftalar boyunca öleceğinin ağırlığıyla yaşayan bir insan için idam gerçekten de bu kadar mıdır?
Bu soruya kendi içinizde bir cevap bulduysanız size başka bir soruyla geliyorum. “Hayal gücüm hep bir şenliğin coşkusu içindeydi; istediğimi düşünebilmekte özgürdüm. Şimdi tutsağım. Bedenim bir zindanda demirlere bağlı; zihnim korkunç, kanlı, karşı konulmaz bir düşüncenin esiri: Tek düşüncem, tek inancım, tek gerçekliğim var: Ölüm cezası!”
Aklıma direkt Friedrich Nietzsche’nin “Özgür mü diyorsun kendine? Sana hükmeden düşünceni duymak isterim.” sözü geldi. Belki istediğimizi düşünebilmekte özgürüzdür kimse bunu direkt anlayamadığı için fakat düşündüklerimizi dillendirmekte veya somut davranışlara dökmekte özgür müyüz? Ne kadar özgürüz? İzin verildiği ölçüde mi özgürüz? Cevabınız ne olursa olsun benim size tek bir sorum olacak: Neden?
İdam mahkûmu olduğundan beridir adıyla olduğu kişi değil, bir idam mahkûmudur artık insanlar tarafından. Hem ona böyle seslenirler hem de böyle hissettirirler. “Bir gardiyanın yakın ilgisi giyotin sehpasını hissettirir.” Ölecek diye gördüğü tavırların onun aklına hep ölecek olmasını getirmesindendir belki de kitapta ara ara gördüğümüz bu “nazik” tavırlara olan sitemi.
Kitaptaki belki de en insan olmamızın izlerini taşıyan kısımlardan biri: umut. “… itiraf edeyim, hâlâ umutluydum… Şimdi Tanrı’ya şükür, hiç umudum kalmadı.” Ne kadar şey yazarsam büyüsü o kadar kaçacak gibi. Umutlar ve beklentiler…
Peki yukarıdaki satırlardan sonra ilerleyen sayfalarda mahkûm ne diyor, biliyor musunuz? “Merhamet! Merhamet! Belki de beni affedecekler. Kral bana kızgın değil. Gidip avukatımı bulsunlar. Çabuk avukatımı çağırın! Kürek mahkûmu olmak istiyorum.” Evet, daha önce kürek mahkûmu olmak yerine ölmenin yüz kere daha iyi olduğunu söylemişti. Sonra umudunun bitmesi onu rahatlatmıştı fakat insan dediğin nedir ki? Ölüm vakti yaklaştıkça ölmek yerine önceden daha korkunç bulunan şeyi kabullenmek…
“Demek yaşamak istediğim tek yer olan o hafızadan silindim!” diyor mahkûm kızının onu hatırlamadığını anladıktan sonra. Benim için etkileyici cümlelerdendi. Kendi kendime biraz düşündüm: Acaba benim yaşamak istediğim tek hafıza kimim hafızası olurdu? İnsanlar kendisinden sonra da başka insanlar onu hatırlasın istiyor ama kaç kişi nasıl hatırlanmak istediğini iyice düşünüyor? Kaç kişi güzel hatırlanmak için çabalıyor?
Sevgili okur, sen nasıl hatırlanmak istediğine yönelik neler yapıyorsun? Bunun için bir şeyler yapmıyorsun seni durduran ne?
Belki de soruyu değiştirmeliyizdir. Neden hatırlanmak istiyoruz? Hatırlanmak ne kadar kıymetli? Bu gördüğünüz paragrafı yukarıdaki yazılardan sonra ekliyorum. Korkunç şeyler var gündemimizde. Bu paragrafın başındaki iki soru bana şunları hatırlattı:
Özellikle X uygulamasında birçok kişi seslerini duyurmaya çalışırken sessiz kalıp açıklama yapmaktan kaçınan “ünlüler”, “fenomenler” var. Bazıları tepki aldıktan sonra yapıyor açıklamasını. Böyle ünlü ve fenomen derken hepsinden bahsetmediğimi belirtmek isterim. İnsan bazen merak ediyor, birçok ünlünün veya fenomenin o az takipçili ama çabalayan kişilerden daha fazla takipçisi varken ve daha büyük kitlelere ulaşabileceklerken neden susuyorlar? Böyle bir zorunlulukları olmadığını söyleyebilirsiniz, ben de burada iki şey söylerim: biri vicdan, biri de yeri geldiğinden sözüm ona kişilerin takipçilerine “aile” deyişi, insanlar sayesinde o kadar para kazanırlarken şimdi neden sustukları. Buraya da şuradan geldim. Eskiden sanatçıların toplumsal konularda olan tepkileri ve bugün saygıyla hatırlanışlarına yönelik bir paylaşım gördüm.
Sonra da düşündüm: Acaba biz şimdi sesini çıkarmayanları ileride nasıl hatırlayacağız?

